Dolar
32.34
Euro
35.17
Altın
2,161.06
ETH/USDT
3,412.20
BTC/USDT
65,914.00
BIST 100
8,718.11
Analiz

Putin'in yeni başkanlık döneminde Rusya-Batı ilişkileri

Halihazırda iç politik kaygılar ve bölgesel meselelere ilişkin derin görüş ayrılıkları ile şekillenen Rusya-Batı ilişkilerinin, yakın dönemde büyük bir dönüşüm geçirmesini beklemek gerçekçi görünmüyor.

Doç. Dr. Emre Erşen  | 23.03.2018 - Güncelleme : 29.03.2018
Putin'in yeni başkanlık döneminde Rusya-Batı ilişkileri

İstanbul

İSTANBUL - Doç. Dr. Emre Erşen

18 Mart’ta yapılan Rusya devlet başkanlığı seçimleri beklendiği gibi Vladimir Putin’in açık ara zaferiyle sonuçlanırken seçime katılım oranı da Putin ve ekibinin arzuladığı şekilde yüzde 70’e yakın bir oranda gerçekleşti. Bu başarının 2024’e kadar sürecek olan dördüncü başkanlık döneminde hem iç hem dış siyasette oldukça zorlu sorunlarla boğuşacak olan Putin’in elini güçlendirdiğini söylemek mümkün. Öte yandan Putin’in bu sorunları çözmek için atacağı adımların tüm dünya tarafından da yakından takip edileceğini özellikle vurgulamak gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde Putin’in içerideki en büyük önceliğinin son yıllarda giderek yavaşlayan ve büyük ölçüde petrol ve doğalgaz gelirlerine bağımlı hale gelen Rus ekonomisini yeniden yapılandırmak olması bekleniyor. Zaten Rus halkının da Putin yönetiminden en büyük beklentisi geçen yıl sadece yüzde 1.5 civarında bir büyüme gösteren ekonominin bir an önce canlandırılması ve hayat standartlarının yükseltilmesi.

Ancak bu hedefe sadece yapısal reformlar yoluyla ulaşılması kolay görünmüyor. Daha fazla dış yatırım çekebilmek ve bütçede önemli bir paya sahip olan askeri harcamaları kısabilmek için Rusya’nın ABD ve AB ülkeleriyle yaşadığı sorunları da bir şekilde çözmesi gerekiyor. Ne var ki son dönemde yaşanan gelişmeler Rusya-Batı ilişkilerinin yakın zamanda düzelmesinin pek de mümkün olmadığına işaret ediyor.

Batı’yla gergin ilişkiler

Putin’in üçüncü başkanlık dönemi olan 2012-2018 arasında Moskova’nın Washington ve Brüksel ile ilişkileri giderek gerginleşti. 2014’teki Ukrayna ve Kırım krizleri sonrasında Batı ülkeleri tarafından Rusya’ya karşı başlatılan ve zaman içinde kapsamı genişletilen ekonomik yaptırımlar bu gerginliğin boyutunu gösteren önemli bir örnekti.

Rusya’nın 2015’te Suriye’de Esed rejimine destek olmak için başlattığı askeri operasyon ise Batı ile ilişkilerde yeni bir gerilim oluşturdu. Moskova’nın bu hamlesi bir taraftan Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarlarına karşı ciddi bir meydan okuma olarak görülürken, diğer taraftan Putin yönetimine en modern silah sistemlerini test etme ve sergileme fırsatı verdi. Rusya ayrıca ABD ve AB ülkelerinin büyük ölçüde dışlandığı Astana ve Soçi süreçleri sayesinde de Türkiye ve İran’la birlikte Suriye’deki siyasi çözümün en önemli aktörlerinden birisi haline geldi.

Rusya’nın Batı ile ilişkileri açısından en dikkat çekici gelişme ise Moskova’nın Kasım 2016’da yapılan ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği yönünde ortaya atılan iddialardı. Putin yönetimi bu iddiaları kabul etmese de Rusya’nın Demokrat Parti’nin başkan adayı Hillary Clinton’un seçim kampanyasını zayıflatmak ve Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın seçilmesini sağlamak için siber yöntemler de dahil olmak üzere çeşitli girişimlerde bulunduğuna dair iddialar büyük yankı yarattı. Moskova’nın ayrıca İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı alması ile sonuçlanan Brexit sürecini destekleyerek ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde AB üyeliğine şüpheyle yaklaşan parti ve hareketlere maddi destek sağlayarak AB’yi zayıflatmaya çalıştığı da iddia edildi.

"Batı’yı dize getiren güçlü lider"

ABD ve AB ile süregelen gerginliklerin Rusya’nın hassas ekonomik dengeleri üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiğine dair şüphe yok. Ne var ki Batı’yla yaşanan sorunların ilginç bir biçimde Putin’in Rus halkı nezdindeki popülerliğini azaltmak bir yana daha da güçlendirdiği görülüyor. Özellikle Kırım’ın ilhakından sonra yapılan kamuoyu yoklamalarında Putin’in arkasındaki halk desteğinin yüzde 80’in altına neredeyse hiç inmemiş olması oldukça dikkat çekici.

Kısacası Rus halkının önemli bir bölümü Putin’in Ukrayna, Kırım ve Suriye konusundaki politikalarına açıkça destek verirken, Rusya’nın Putin sayesinde dünya siyasetinde yeniden bir büyük güç olarak kabul gördüğüne inanıyor. Önceki seçim dönemlerindeki gibi gösterişli bir kampanya yürütmemesine rağmen Putin’in en son başkanlık seçimlerinde bugüne kadar aldığı en yüksek oy oranına ulaşmış olması da “Batı’yı dize getiren güçlü lider” imajının Rus halkında oluşturduğu memnuniyetin bir yansıması olarak yorumlanabilir.

Putin’in 1 Mart’ta Federal Meclis üyelerine yaptığı ve bir tür seçim manifestosu olarak da görülen konuşmasının önemli bir bölümünü ekonomik ve sosyal sorunlar yerine Rusya’nın nükleer ve konvansiyonel alanda kazandığı yeni askeri yeteneklere ayırması da bu durumun farkında olduğuna işaret ediyor. Nitekim bu konuşmada, dünyanın her yerini hedef alabilen ve hiçbir savunma sistemi tarafından vurulması mümkün olmayan füzelere sahip olduklarını açıklaması da pek çok yorumcu tarafından bir tür seçim yatırımı olarak nitelendirildi. Başkanlık seçimlerinin tarihinin değiştirilerek Kırım’ın Rusya’ya katılmasının dördüncü yıldönümüne denk getirilmesinin de benzer bir amaca hizmet ettiği söylenebilir.

Skripal krizi

İçeride Putin’in güçlü lider imajını daha da parlatan bu söylem ve hamleler Rusya-Batı ilişkilerinin normalleşmesini ise oldukça zora sokuyor. Batı’da Rusya’yla yaşanan gerginliğin adeta yeni bir Soğuk Savaş olduğunu iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Putin’in Batı’ya gözdağı verdiği Federal Meclis konuşmasından sadece birkaç gün sonra İngiltere’nin Salisbury kentinde Sergey Skripal adlı eski bir Rus ajanının Sovyetler tarafından geliştirildiği düşünülen Noviçok sinir gazı kullanılarak kızıyla birlikte hedef alınması da Rusya’nın ABD ve AB ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir gerilime neden oldu.

Her ne kadar Rus yetkililer, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da ilk kez meydana gelen böyle bir saldırıyla herhangi bir bağlantılarının bulunmadığını iddia ediyorlarsa da yaşanan kriz, iki ülkenin karşılıklı olarak diplomatlarını sınır dışı etmelerine varacak kadar derinleşti. Öte yandan 2006’da yine eski bir Rus ajanı olan Aleksandr Litvinenko’nun İngiltere’de zehirlenerek öldürülmesinin de Putin yönetimiyle ilişkilendirildiğini, ayrıca Putin rejimine muhalif olduğu bilinen başka Rus vatandaşlarının da yine yurtdışında şüpheli şekillerde hayatlarını kaybettiklerini unutmamak gerekiyor.

Skripal olayında İngiliz hükümetinin Moskova’ya gösterdiği sert tepkiyi de esasen bu bağlamda okumak mümkün. Ancak bu sefer Almanya ve Fransa’nın da şaşırtıcı bir hızla İngiltere’nin yanında tavır almaları dikkat çekici. Hatta Putin’in, seçilmesine katkıda bulunduğu iddia edilen ABD Başkanı Trump bile Skripal olayında açıkça Rusya’yı suçluyor. Bu durum Batı’da artık Rusya’ya karşı daha sert bir tepki verilmesi için yeni bir uzlaşının ortaya çıkmakta olduğunun işareti olarak da okunabilir.

Rusya-ABD ilişkileri

Her ne kadar geçtiğimiz günlerde Trump ve Putin arasında yapılan telefon görüşmesi olumlu geçmiş gibi görünüyorsa da Moskova-Washington ilişkilerinde yakın zamanda bir düzelme yaşanması kolay görünmüyor. Hatta danışmanlarının tüm uyarılarına rağmen Trump’ın Putin’in seçim zaferini tebrik etmiş olmasına da çok aldanmamak lazım.

Zira Amerikan kamuoyunda Rusya’yla ilgili hava oldukça olumsuz seyrediyor. Şubat ayında özel savcı Robert Mueller’in yaptığı araştırma sonucunda 13 Rus vatandaşı ve 3 Rus şirketini ABD’deki seçimlere müdahale etmekle itham etmesi de bu havayı iyice güçlendirmiş durumda. Nitekim geçtiğimiz günlerde ABD yönetimi de bu iddialar nedeniyle bazı Rus vatandaşlarını ve şirketlerini yaptırım listesine dahil etme kararı aldı.

Öte yandan Washington tarafından geçen ay ilan edilen Nükleer Durum İnceleme Belgesi’nin de Rusya’yı tehdit olarak tanımladığına ve ABD’nin nükleer güç kullanma eşiğini daha da aşağı çektiğine özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Hatta pek çok yorumcu Putin’in Federal Meclis konuşmasındaki tehditkâr tavrını da bu meseleyle bağlantılı olarak değerlendirdi. Ancak Washington ve Moskova arasındaki bu karşılıklı restleşme devam ederken iki ülkenin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması (INF) veya 2021’de süresi dolacak olan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması (START) gibi önemli nükleer konularda işbirliğine nasıl devam edebilecekleri belli değil.

Önümüzdeki dönemde Trump’ın yeni dışişleri bakanı olarak seçtiği Mike Pompeo’nun Rusya’ya karşı yaklaşımının da pek yumuşak olması beklenmiyor. Kaldı ki çoğunlukla Rusya’ya yakın bir isim olarak değerlendirilen eski dışişleri bakanı Rex Tillerson bile zaman içinde Moskova’ya karşı oldukça eleştirel bir tutum almıştı. Zamanında bizzat Putin tarafından dostluk nişanıyla ödüllendirilmiş olan Tillerson’un önemli bir değişim meydana getiremediği Rusya-ABD ilişkilerinin, Pompeo döneminde daha iyiye gideceğini beklemek ise bu aşamada pek gerçekçi görünmüyor.

Aslında Putin geçenlerde Amerikan TV kanalı NBC’ye verdiği mülakatta nükleer silahlar ve siber suçlar gibi bazı konularda Rusya’nın ABD ile işbirliğine hala açık olduğu mesajının altını özellikle çizdi. Ne var ki Suriye ve Ukrayna gibi bölgesel krizlere ilişkin derin fikir ayrılıkları iki ülke arasında yeni bir “reset” yani “sorunların sıfırlanması” sürecinin başlatılmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

Suriye’den Ukrayna’ya bölgesel meseleler

Suriye’de Washington ve Moskova arasında yıllardır süren jeopolitik mücadeleyi artık sadece bir vekalet savaşı olarak nitelendirmek pek mümkün değil. Henüz birkaç hafta önce Deyrizor yakınlarında Rus paralı askerleri ile ABD güçleri arasında yaşanan sıcak çatışma bu açıdan oldukça dikkat çekiciydi.

Rusya’nın Esed rejimiyle birlikte Doğu Guta’da yürüttüğü askeri harekatın neden olduğu yoğun insan hakları ihlalleri ise Batı ülkeleri tarafından sert biçimde eleştiriliyor. Moskova’ya göre ise Batı’nın esas amacı Suriye’de bir kimyasal silah saldırısı bahanesi oluşturarak Esed rejimine karşı yeni bir askeri operasyon yapmak. Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’un böyle bir durumda karşılık verebileceklerini açıklaması ise Ortadoğu’da adeta yeni bir kıyamet senaryosunun yaşanmasına yol açabilir.

Ukrayna meselesinde de durum pek parlak değil. Şubat 2015’te imzalanan Minsk Anlaşması geçerliliğini korumasına rağmen anlaşmanın maddeleri hala tam olarak uygulanamıyor. Geçtiğimiz haftalarda Stockholm’de bulunan uluslararası tahkim mahkemesinin Gazprom’un Ukrayna’nın Naftogaz şirketine karşı taahhütlerini yerine getirmediği gerekçesiyle 2 milyar dolardan fazla ceza kesmesi de Rusya-Batı ilişkilerinde yeni bir gerilim doğurdu. Kararın siyasi nedenlerle verildiğini iddia eden Moskova misilleme olarak Gazprom’un Ukrayna ile tüm doğalgaz anlaşmalarını iptal edeceğini açıkladı.

Öte yandan Rusya’nın Almanya ile yürüttüğü Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattı projesine karşı da AB içinden son dönemde oldukça fazla tepki yükseliyor. Rusya’nın ekonomik çıkarları için son derece önemli olan bu projenin sekteye uğraması durumunda, Moskova-Brüksel ilişkilerinin daha da gerilmesi beklenebilir. Tüm bunlara ilave olarak NATO’nun son dönemde Doğu Avrupa ve Karadeniz’de Rusya’ya karşı askeri varlığını arttırma kararı aldığı, Rusya’nın da buna karşı Kaliningrad, Kırım ve Kafkasya’daki askeri varlığını ciddi biçimde güçlendirdiğine dikkat çekmek gerek.

Rusya-Batı ilişkilerinin geleceğiyle ilgili iyimser olmak şu an için pek kolay değilse de Putin’in başkan seçildikten hemen sonra yaptığı bir açıklamada Batı’yla yeni bir silahlanma yarışı başlatmak istemediklerini vurgulaması önemli bir detay. Moskova’nın ayrıca yazın Rusya’da düzenlenecek olan FIFA Dünya Kupası’nın başarılı bir şekilde gerçekleşmesine büyük önem verdiği de biliniyor. Bu nedenle Putin’in Batı’yla gerginlik siyasetini en azından belli bir süre için ertelemesi veya yumuşatması mümkün olabilir. Ne var ki halihazırda iç politik kaygılar ve bölgesel meselelere ilişkin derin görüş ayrılıkları ile şekillenen Rusya-Batı ilişkilerinin yakın dönemde büyük bir dönüşüm geçirmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.

[Doç. Dr. Emre Erşen Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde görev yapmaktadır. Uzmanlık alanı Rus dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri ve Avrasya jeopolitiğidir]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.