Trump dönemi ABD dış politikası ve liberal dünya düzeninin geleceği
Şimdilik Trump’ın dış politikasının karakteristiği belirsizlik ve öngörülemezlik olsa da, 1945 sonrası küresel sisteme hakim olan liberal anlayışa en uzak duran ABD başkanının Trump olduğu söylenebilir.
Istanbul
İSTANBUL -TARIK OĞUZLU
Göreve başlamasından bu yana dış politika anlayışının ve önceliklerinin neler olduğu hususunda hemfikir olunan nokta, Trump’ın dış politikasının karakteristik özelliğinin belirsizlik ve öngörülemezlik olduğudur. NATO’yu önce gereksiz görüp ilerleyen günlerde NATO’nun o kadar da gereksiz olmadığını söyleyen Trump, seçim döneminde Çin’e karşı korumacı ekonomi politikaları izleyeceğini vadederken, Çin devlet başkanıyla yaptığı ikili görüşmelerden sonra Çin’den övgüyle bahsetmeye başlamış ve Çin’in Tayvan konusundaki hassasiyetini anladığını bildirmiştir. Benzer şekilde, seçim kampanyası döneminde Rusya ile stratejik işbirliğinin boyutlarını güçlendireceği havasını yaratan Trump, ilerleyen günlerde ülkesi ile Rusya arasındaki stratejik rekabetin ve çatışma alanlarının hiç de az olmadığını fark etmiş ve Rusya ile Suriye ve Ukrayna krizleri bağlamında yaşanan krizlerde Obama’nın izlediği geleneksel gerçekçi politikaya kaymaya başlamıştır.
Ülkesinin dış politika çıkarlarını ‘Önce Amerika’ zaviyesinden tanımlayacağı ve mümkün olduğunca maliyeti yüksek dış müdahalelerden kaçınacağı yönünde sinyaller veren Trump, Şam rejiminin muhalif unsurlara karşı kimyasal silah kullanmasından sonra, rejimin kontrolündeki askeri tesisleri vurmaktan kaçınmamıştır.
Trump dönemi ABD dış politikasının şu ana kadar nasıl geliştiği ve bundan sonra ne yöne evrileceği konusu önemli olsa da, bu yazı Trump’ın liberal dünya düzenine nasıl yaklaştığı, ABD’nin Avrupalı ortaklarını nasıl algıladığı ve bu durumun oluşmakta olan yeni dünya dengelerinde Batılı aktörleri Batı dışı aktörler karşısında nasıl konumlandırdığını mercek altına alıyor. Bu bağlamda ilk yapılması gereken liberal dünya düzeninden ne anlaşıldığının kısaca ortaya konulmasıdır.
Liberal dünya düzeni
Liberal dünya düzeninin üzerine oturduğu üç temel sacayağı var: Birincisi, çok taraflı ekonomik ilişkilerin serbest piyasa ekonomisinin genel mantığı içinde karşılıklı bağımlılık odaklı ilerlemesi ve ticaretin önünde mümkünse hiç bir engelin kalmaması. Serbest ticaretin yaygınlaşması, tek bir dünya pazarına hitap eden ürünler imal eden üreticilerle benzer tüketim alışkanlıklarına sahip tüketicileri birleştirecek, bu da ekonomik akılla davranan ‘homo economicus’ların (ekonomik çıkarlarıyla hareket eden insanların) oluşturduğu bir dünya ortaya çıkaracaktır. Rasyonel üretim ve tüketim alışkanlıkları geliştiren bireyler ise daha az çatışıp daha fazla istikrar üreteceklerdir. ‘Homo economicus’ların yaşam alanlarını Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumsal mekanizmalar güvence altına alacaktır.
İkinci olarak, liberal dünya düzeninde güvenlik, bölünmezlik ve kazan-kazan mantığı temelinde tanımlanır. Birleşmiş Milletler anayasasında vücut bulan, devletlerin egemenlik ve iç işlerine karışılmaması gerektiği prensibi, BM Güvenlik Konseyi’nin himayesinde uygulanır. Küresel güvenliğe tehdit oluşturan unsurları ise Güvenlik Konseyi ‘ortak güvenlik’ prensibi ışığında tanımlar ve gereken tedbirleri alır. Liberal bakış açısına göre, kendi vatandaşlarının refahını ve güvenliğini sağlayan devletlerin oluşturacakları uluslararası sistem, doğal olarak barış ve istikrar üretecektir. Bu bağlamda, küresel güvenliğin en önemli garantisi, liberal demokratik değerler etrafında hareket edip vatandaşlarını mutlu eden rejimlerin sayısının artmasıdır. Bu olduğu müddetçe, dış ilişkilerde kaba güç kullanımına daha az başvurulacak ve büyük devletlerin diğerlerinden daha ayrıcalıklı oldukları ve özel etki alanlarına sahip oldukları yönündeki görüş meşruiyetini yitirecektir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO gibi ortak güvenlik örgütlerinin varlığı, liberal dünya düzeninde güvenliğin sağlanmasında önemlidir.
Liberal dünya düzeninin üzerine oturduğu üçüncü temel sacayağı ise evrensel insan hakları kavramına olan inanç ve insan haklarının en ideal şekilde demokrasiyle yönetilen rejimlerde teessüs edeceği fikridir. Liberal dış politika, bu bağlamda normatif ve moral kaygılar taşır ve ilişki kurulan ve işbirliği yapılan ülkelerin içişlerinde nasıl yönetildiklerini önemser. Dar stratejik menfaatler uğruna evrensel insan hakları ihlallerinin görmezden gelinmesi kabul edilemez. Liberal devletler kendi inandıkları değerlerin başkaları tarafından da benimsenmesine yönelik dış politika takip ederler. Diş politika, dar anlamda, dış aktörlerin davranışları üzerinde etki oluşturmak şeklinde tanımlanmaz. Önemli olan diğer devletlerin kimliksel yönde değişimlerini mümkün kılacak dış politika tercihlerinin izlenmesidir.
Her ne kadar liberalizm felsefi duruşu itibariyle ülkelerin içişlerinde nasıl yönetileceklerinin o ülke vatandaşlarının özgür iradeleri neticesinde oluşmasını desteklese de, son kertede demokratik rejimlerin insan haklarının sağlanmasında daha başarılı olacağını varsayar. İnsan haklarının zaman, mekan ve tarihsel süreçlerin ışığında dünyanın farklı bölgelerinde farklı şekilde tanımlanması gerektiği fikri, liberalizmin insan haklarının evrenselliği prensibiyle çelişir. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik prensiplerinin vazgeçilemez ve evrensel olduğunu varsayan liberal düşünce, insan haklarının açık ve çok-kültürlü toplumlarda daha iyi savunulabileceğini iddia eder. Dünyaya açık olmayı, çok-kültürlü toplum modeline sahip olmayı, azınlıkların çoğunluk kadar kutsal olduğunu, gücün anayasal mekanizmalar içinde sınırlandırılıp farklı erkler arasında paylaştırılması gerektiğine inanan liberal düşünce, son tahlilde bireyi toplum ve devlet nezdinde daha ayrıcalıklı bir yerde konumlar. Liberal dünya düzeni, küreselleşme sürecinin, dünyanın çeşitli yerlerinde bu tarz devlet-toplum yapılarını ortaya çıkaracağı fikri üzerinde gelişmiştir.
Bu temel sacayağı kadar önemli olan, liberal dünya düzeninin, en azından İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana, ABD'nin küresel hegemonik liderliği altında hayat bulduğudur. Yukarıda bahsedilen üç temel ayağın kök salıp yeşermesinde, ABD'nin sunduğu küresel liderlik etkili olmuştur.
Trump ve liberal dünya düzeni
Bu arka plandan bakıldığında, gelmiş geçmiş başkanlar arasında, 1945 sonrası küresel sisteme hakim olan liberal anlayışa en uzak duran ABD başkanının Trump olduğu iddia edilebilir.
Demokrasilerin desteklenmesi ve insan haklarının evrenselliğinin pekiştirilmesine şüpheyle yaklaşan Trump, dış politikaya dar çerçevede tanımlanmış maddi ulusal çıkarlar perspektifinden bakıyor. Seçim kampanyası sırasında, ABD'nin diğer devletlere akıl öğretmesinin yanlışlığını vurgulayan Trump, iktidara geldikten sonra, içişlerinde liberal demokratik değerleri benimsemediği aşikar olan devletlerle yakın stratejik ilişkiler geliştirmekten uzak durmuyor. Mısır’da otoriter Sisi rejimini yere göğe sığdıramayan Trump, ilk yurtdışı gezisini de Suudi Arabistan'a yapıyor. Çıkarlar ve değerler arasındaki dengede çıkarları önceleyen Trump yönetiminin dış işleri bakanı Tillerson, kendi bakanlık mensuplarına hitaben yaptığı konuşmada bunu olabildiğince açık bir şekilde ifade etti.
Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını destekleyen, Avrupa Birliği içindeki popülist, küreselleşme karşıtı ve aşırı milliyetçi grupları cesaretlendirmekten kaçınmayan Trump, aynı zamanda açık toplum fikriyle de çelişir şekilde Meksika sınırına duvar örmeyi savunuyor. Bazı Müslüman ülke vatandaşlarının ABD’ye seyahatlerine kısıtlamalar getiren Trump, ABD içinde beyaz, Anglosakson, Protestan (WASP) kimliğin diğer kimlikler karşısında güçlendirilmesini savunuyor.
Küresel aktörlerle ikili düzeyde ve al-ver mantığı içinde ilişki geliştirmeyi kural-temelli ve çok taraflı ilişkilere yeğleyen Trump, dış politika alanında hareket serbestiyetinin uluslararası örgütsel mekanizmalar tarafından sınırlandırılmasını istemiyor. Ülkesinin ekonomik çıkarlarının ikili serbest ticaret anlaşmalarıyla daha iyi şekilde korunacağına inan Trump, çok taraflı ekonomik işbirliklerini elinin tersiyle itiyor. Başkan Obama tarafından altyapısı hazırlanan ‘Atlantik Ötesi Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’ ile ‘Pasifik Ötesi Ortaklık’ girişimlerinden ülkesinin imzasını çeken Trump, çok taraflılık mekanizması çerçevesinde yapılan serbest ticaretin kendi ülkesinden çok diğer ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğine inanıyor. Ekonomide korumacılığı öne çıkaran Trump, dış ticarette yüksek gümrük vergilerinin konmasını savunuyor ve yerel üretimi teşvik etmek adına, dışarıda yatırım yapmaya devam eden çok-uluslu Amerikan şirketlerine göz dağı veriyor.
Liberal dünya düzeninin yayılmasında Avrupalı müttefiklerinin işbirliğini görmezden gelen Trump, ülkesinin Avrupa kıtasının güvenliğine yapmış olduğu katkıyı azaltmayı planlıyor ve bu süreçte, Avrupa'daki liberal güvenlik düzenine ciddi meydan okumalar içinde olan Rusya gibi bir ülkeyle yakın stratejik işbirliği geliştirmekten geri durmuyor.
Trump'ın dış politika yaklaşımı incelendiğinde, liberal dünya düzeninin daha ne kadar ABD'nin koruması altında devam edeceği şüphelidir. Trump ABD'nin küresel liberal dünya düzeninin finansörü olmasına mesafeli bakıyor. Asya ve Avrupa'daki geleneksel müttefiklerini güvenliğe daha fazla kaynak ayırmaları noktasında sıkıştıran Trump, liberal dünya düzeninin temel felsefesine ciddi karşı koyuşlar sergileyen diğer küresel aktörlerle ikili mekanizmalar içinde iş tutmaktan çekinmiyor. Son tahlilde, liberal olmayan alternatif dünya düzeni yaklaşımlarının yakın gelecekte daha görünür hale geleceğini iddia etmek yanlış olmaz.
[Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi'nden alan Prof. Dr. Tarık Oğuzlu Uluslararası Antalya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.